Huzur Evine Verdiler Beni
-
-
Huzur evine verdiler beni, orada çok rahat edermişim, hem kendi yaşımda arkadaşlarım falan olurmuş, benim iyiliğimi düşünmüş çocuklar, götürüp bıraktılar bi valizle beni. Erken gittin beyy, bahçede biraz çok kalınca bile merak ederdin de gelirdin bana bakmaya, nerelere götürüp bıraktılar beni bak, gelsende alsana, hiç bizim oralar gibi degilki burası, yemek Yemenin saati varmış, yatağa girmenin saati varmış, seksen yaşında talebe olduk beyy… Gözüm yolda belki çocuklardan biri pişman olurda gelir götürür beni diye, günler, haftalar, geçti ne gelen var ne giden, yattık uyuduyduk gene erkenden, acı bi sesle uyandım, teyze kalk telefon var sana dedi, telefonu vermeden evvelce iki hemşire oturdu yanıma, beni çağıran kız uzattı telefonu elim titreye titreye aldim aloo dedim… D..
Telefonun diğer ucundan tanıdık bir ses geldi..
-
-
Telefonun diğer ucundan tanıdık bir ses geldi, ama o kadar uzun süre geçmişti ki, bir an tereddüt ettim. “Anne, nasılsın?” dedi büyük oğlum. O an içimde bir sızı hissettim, kalbim hızla çarpmaya başladı. Aylardır beklediğim o ses neticesinde gelmişti ama sevincim bir anlığına sürdü. “İyiyim oğlum,” dedim, yutkunarak. Ama iyiliği nereden bulacaktım? Birkaç saniye sessizlik oldu, ardından o derin nefes alışını duydum. “Biz… seni merak ettik. Her şey yolunda mı orada?” Gözlerim doldu, ama onlara güçlü görünmek zorundaydım. “Yolunda, oğlum, yolunda. Burada iyi bakıyorlar bize,” dedim, yalan söylemek istemiyordum ama onların vicdanını rahatlatmak istedim. Çünkü neyi değiştirecekti ki? Beni geri alacaklar mıydı? “İyi ki aradın,” dedim, daha çok bir şey söyleyemedim. “Anne,” dedi birdenbire duraksayarak, “bu ara işler biraz karışık… Ziyarete gelemiyoruz, ama en kısa sürede seni görmeye geleceğiz, tamam mı?” O an boğazım düğümlendi. “Tamam, oğlum, merak etme. Kendinize iyi bakın. Ben iyiyim burada,” dedim, zorla gülümsediğimi hissederek. Telefonun diğer ucundaki ses gittikçe uzaklaşıyor gibiydi. “Tamam anne, seni seviyoruz. En kısa zamanda geleceğiz. Hoşça kal,” dedi ve kapattı. Telefon elimde kalakaldı. İçimde bir boşluk, bir yalnızlık… Gözlerim yanımdaki hemşirelere döndü. Gözlerinde bir acıma ifadesi vardı, ama ben o bakışlara alışmıştım. Onlar da alışmıştı bu sahnelere. Yatağıma geri döndüm. Gözlerimi tavana diktim, odanın soğuk ışığıyla baş başa kaldım. Her şey ne kadar sessizdi. Gözüm kapıda, gene de beklemeye devam ettim. Belki bir gün Gözlerim tavanda, içim sessiz bir umutla kapıda… Zaman burada çok yavaş geçiyordu. Her gün aynıydı, saatler birbirine karışıyordu, ama ben gene de bir gün kapının açılacağını, tanıdık bir yüzün içeriye gireceğini hayal ediyordum. Çocuklarım gelecekti, beni alacaklardı… Bu düşünceyle ayakta duruyordum. Günler geçti. Telefon çalmadı, kapı da açılmadı. Huzurevinde herkes birbirine alışmış, bir düzen oturtmuştu. Ben de o düzenin suretiylee girmiştim, ama yabancı hissediyordum. Çocuklarımdan haber almak suretiyle her gün hemşirelere soruyordum, ama hep aynı cevabı alıyordum: “Merak etme, teyze. Gelirler elbet.” Bir sabah, erkenden bahçeye çıktım. Güneş hafifçe yükseliyordu, hava serindi. Bahçenin köşesindeki küçük bankta oturdum. Birkaç kuş cıvıldıyordu, o cıvıltılarla dalıp gitmişim. Bir an çocuklarımın küçükken parklarda nasıl oynadığını hatırladım. O zamanlar her şey ne kadar güzeldi. Anneleri olarak onların kahkahalarını dinlemek, koşmalarını izlemek bana huzur verirdi. O an gözlerim doldu, hafif bir yel yüzüme vurdu, ama içimde derin bir yalnızlık vardı. O sırada yanıma birisi oturdu. Nurten Hanım, buranın sakinlerinden biri. Sessizce yanıma oturmuş, beni izliyordu. “Bugün canın sıkılmış gibi,” dedi yumUşak bir sesle. Ona döndüm, hafifçe gülümsedim. “Çocukları bekliyorum,” dedim, “belki bugün gelirler.” Nurten Hanım derin bir nefes aldı. “Buraların bu tür olduğunu kimse bize söylememişti, değil mi? Hep bekleriz ama hayat hep bizi bekletir.” dedi, sanki yılların getirdiği bir bilgelikle. Gözlerim doldu, ama ağlamadım. Çünkü bundan sonra gözyaşlarım bile boş geliyordu. O an içimden bir şey koptu. Belki de geri dönmeyecekti kimse. Beklemekle geride bıraktığımız ömrüm, şimdi bekleyerek son bulacaktı. Ama gene de beklemekten vazgeçemedim. Beklemek, umudun son kırıntısıydı belki de. Tek yapabildiğim, her sabah gözümü açtığımda gene o kapıya bakmaktı. Ve bir gün, belki de…
Telefonun diğer ucundan tanıdık bir ses geldi, ama o kadar uzun süre geçmişti ki, bir an tereddüt ettim. “Anne, nasılsın?” dedi büyük oğlum. O an içimde bir sızı hissettim, kalbim hızla çarpmaya başladı. Aylardır beklediğim o ses neticesinde gelmişti ama sevincim bir anlığına sürdü. “İyiyim oğlum,” dedim, yutkunarak. Ama iyiliği nereden bulacaktım? Birkaç saniye sessizlik oldu, ardından o derin nefes alışını duydum. “Biz… seni merak ettik. Her şey yolunda mı orada?” Gözlerim doldu, ama onlara güçlü görünmek zorundaydım. “Yolunda, oğlum, yolunda. Burada iyi bakıyorlar bize,” dedim, yalan söylemek istemiyordum ama onların vicdanını rahatlatmak istedim. Çünkü neyi değiştirecekti ki? Beni geri alacaklar mıydı? “İyi ki aradın,” dedim, daha çok bir şey söyleyemedim. “Anne,” dedi birdenbire duraksayarak, “bu ara işler biraz karışık… Ziyarete gelemiyoruz, ama en kısa sürede seni görmeye geleceğiz, tamam mı?” O an boğazım düğümlendi. “Tamam, oğlum, merak etme. Kendinize iyi bakın. Ben iyiyim burada,” dedim, zorla gülümsediğimi hissederek. Telefonun diğer ucundaki ses gittikçe uzaklaşıyor gibiydi. “Tamam anne, seni seviyoruz. En kısa zamanda geleceğiz. Hoşça kal,” dedi ve kapattı. Telefon elimde kalakaldı. İçimde bir boşluk, bir yalnızlık… Gözlerim yanımdaki hemşirelere döndü. Gözlerinde bir acıma ifadesi vardı, ama ben o bakışlara alışmıştım. Onlar da alışmıştı bu sahnelere. Yatağıma geri döndüm. Gözlerimi tavana diktim, odanın soğuk ışığıyla baş başa kaldım. Her şey ne kadar sessizdi. Gözüm kapıda, gene de beklemeye devam ettim. Belki bir gün Gözlerim tavanda, içim sessiz bir umutla kapıda… Zaman burada çok yavaş geçiyordu. Her gün aynıydı, saatler birbirine karışıyordu, ama ben gene de bir gün kapının açılacağını, tanıdık bir yüzün içeriye gireceğini hayal ediyordum. Çocuklarım gelecekti, beni alacaklardı… Bu düşünceyle ayakta duruyordum. Günler geçti. Telefon çalmadı, kapı da açılmadı. Huzurevinde herkes birbirine alışmış, bir düzen oturtmuştu. Ben de o düzenin suretiylee girmiştim, ama yabancı hissediyordum. Çocuklarımdan haber almak suretiyle her gün hemşirelere soruyordum, ama hep aynı cevabı alıyordum: “Merak etme, teyze. Gelirler elbet.” Bir sabah, erkenden bahçeye çıktım. Güneş hafifçe yükseliyordu, hava serindi. Bahçenin köşesindeki küçük bankta oturdum. Birkaç kuş cıvıldıyordu, o cıvıltılarla dalıp gitmişim. Bir an çocuklarımın küçükken parklarda nasıl oynadığını hatırladım. O zamanlar her şey ne kadar güzeldi. Anneleri olarak onların kahkahalarını dinlemek, koşmalarını izlemek bana huzur verirdi. O an gözlerim doldu, hafif bir yel yüzüme vurdu, ama içimde derin bir yalnızlık vardı. O sırada yanıma birisi oturdu. Nurten Hanım, buranın sakinlerinden biri. Sessizce yanıma oturmuş, beni izliyordu. “Bugün canın sıkılmış gibi,” dedi yumUşak bir sesle. Ona döndüm, hafifçe gülümsedim. “Çocukları bekliyorum,” dedim, “belki bugün gelirler.” Nurten Hanım derin bir nefes aldı. “Buraların bu tür olduğunu kimse bize söylememişti, değil mi? Hep bekleriz ama hayat hep bizi bekletir.” dedi, sanki yılların getirdiği bir bilgelikle. Gözlerim doldu, ama ağlamadım. Çünkü bundan sonra gözyaşlarım bile boş geliyordu. O an içimden bir şey koptu. Belki de geri dönmeyecekti kimse. Beklemekle geride bıraktığımız ömrüm, şimdi bekleyerek son bulacaktı. Ama gene de beklemekten vazgeçemedim. Beklemek, umudun son kırıntısıydı belki de. Tek yapabildiğim, her sabah gözümü açtığımda gene o kapıya bakmaktı. Ve bir gün, belki de…