Annemle babam, 49 senelik evlilik ömürleri boyunca, alışılmadık bir bağımlılık edinmişlerdi. Ne vakit birlikte evden çıksalar, tam kapının önünde, birbirlerini öperlerdi. Genellikle, bu, alışkanlığın verilen bir çabuklukla olurdu, ama şüphesiz bu öpücük onlar amacıyla bir mecburilik durumunu almıştı. Yeni evli oldukları vakitdan beri kapıda birbirlerini öperlerdi ve bundan sonra bu bir gelenekti onlar amacıyla. Bir tartışmanın ortasında olsalar bile ( kavgaları bile her vakit uygar idi), ufak bir ara verirler, birbirlerini öperler ve tartışmalarına, kapıdan çıkarken kaldıkları yerden devam ederlerdi. Ama Ardından hayatımı sarsan hadise gerçekleşmişti bile.. Ne yapacağımı nereye gideceğimi bilemedimm..Bunu nasıl kaldırabilirdim? O gün benim hayatım da solmuştu bundan sonra.. Devamı..
Babamın ölümü beni sarstı.. Onunla alakalı anılar, beynimde hala çok net bir şekilde duruyor. O telefon sesi, cenaze, yüzlerce insanın başsağlığı dilemesi, delikanlı olmuş oğlumun omzumu saran kolu ve matem duası Kadiş’i söylemem…
Ama her şeyden önemlisi, annemin, cenazeye gitmek amacıyla evden çıkarken ki hali… Kapıya geldiğinde, bir an amacıyla duraklaması ve kendi kendisine iç geçirişi… Sonra elimi sıkıca sıkması ve dışarı doğru ismimlarını sıklaştırması…
Anne babamın evliliklerini tanım etmeye mutlaka cesaret edemem. Zira bir çocuk, olgun bir çocuk olsa bile, anne babasının teması ile alakalı ne bilebilir ki? Ama onlarla birlikle paylaştığım ve onların yaşamında evvelcelikli yere sahip olduğum uzun bir tarih var. Birçok üzüntü, sıkıntı, neşe, gurur ve sonlara doğru rahatlık…
Annemle babam, kendi evliliklerinin karışık evlilik olduğunu ifade ederek espri yaparlardı. Belki de 1940 lı senelerde bir Alman Yahudi’sinin torunu olan annemle, Rus Yahudi’sinin torunu olan babamın evlenmesine karışık evlilik gözüyle bakılmıştı. İkisinin de geçmişi birbirisi ile çatışmıştı, aileleri birbirlerinden çok farklıydı.
O bayram öğleni de Sherri, annem babam ve çocuklar, güzel bir yemeğin sonucunda masanın çevresinde oturuyorduk. Herkes toktu ve rahatlamıştı. Annem, izin isteyerek, yukarıyaya çıkıp çantaları toplaması gerekliliğini Bu sayede kendisinin ve babamın, Baltimore’a vakitına gidip Şabat akşamı duasını kaçırmayacaklarını söyledi. Birkaç dakika sonra yukardan o beklenilen çağrıyı yaptı: ” Norman, bana yardım etmek amacıyla yukarıyaya geliyor musun?”
Babam rahatsız olmuştu. Rahatsız olmakla kalmamış, o gün kendisini dinleyecek bir izleyici de karşısında bulmuşken şikâyet etmeye başlamıştı: “Dakik, her vakit dakik… Her vakit saatinde işler bitmeli. Tam saatinde..” Bunları belirtirken eğleniyor gibiydi. Annem gene çağırdı ve babam da Alman Yahudi geleneklerinden ince ince bahsetmeye devam etti. Çocuklar sessizleşti. Sherri ve ben son derece rahatsız olmuştuk.
Hayatımda ilk kez, hala onların çocuğu olduğum amacıyla- araya girmeye kalkıştım. Seçtiğim vasıta ise espri gerçekleştirmek olmuştu. Derin bir soluk aldım, kalkmış kaşlarımla babama baktım ve ” Evet, baba. Gerçekten sana çok mesele çıkartıyor. Neden diğer birisi ile evlenmiyorsun ?” dedim.
Sherri ve çocuklar çılgınca gülmeye başladılar. Babam gülümsedi ve hiç de fena bir düşünce olmadığını ifade ederek kahkahalara katıldı. Anneme söylediğimiz vakit, o bile bunun bir hayli komik olduğunu düşündü.
Evliliklerinin son senelerında, annemle babam daha çok gergin, sabırsız ve kızgın anlar yaşadılar. Ben bir kenarda durup aynı şeyin Sherri ve benim de başıma gelmemesini diledim. Gördüklerimin yalnızca benim anne- babama mı özgü olduğunu yoksa ihtiyarlığın getirdiği bir netice olarak her evlilikte mi görüldüğünü merak ediyordum.
Âlimler, Tanrı’ya göre, binlerce senenin tek bir gün gibi görünebileceğini söylemişlerdi. Bir insan olarak, kısa bir anın, seneler uzunluğunda hissedebileceğini de öğrenmiştim. Tek bir an, onu çevreleyen tüm günlerden ve senelerden daha dikkat çekici olabilir. Soğuk, loş bir hastane odasında geride bıraktığımız anlar mesela…
O bayram yemeğinden birkaç ay sonra, babam, prostat ameliyatı amacıyla hastaneye kaldırılmıştı. Bu ameliyat, onun yaşındaki erkekler amacıyla olağan bir şeydi ama gene de bu gerçek, ameliyatın korkusunu azaltmıyordu.
Ameliyat sabahında, annem
annem ona iyi şanslar öpücüğü verilen vakit hala centilmenliğinden bir şey kaybetmediğini göstermişti. Küçük bir kahvaltı edip, hekim gelene kadar, hastanedeki diğer insanlar gibi vakit geçirmeye çalıştık. Doktorun haberleri iyiydi ve bize, babamın 1 saat sonra odasına döneceğini söyledi.
Onu beklemeye koyulduk. En sonucunda bir küme hemşire onu sedyeyle odasına getirdi ve dikkatlice yatağına yerleştirdi. İnsanlar gittiğinde, babam Norman Alper’in ne kadar da ihtiyar göründüğünü fark ettim. Saçları matlaşmış, ağzı yamulmuş, burnunun üzerinde kırmızı bir çizgi belirmişti. İyice uyudu.
Kısa bir vakit sonra uyandı, bizlere bakıp gülümsedi. Sonra, hayatımda şahit olduğum en güzel hadiselardan biri gerçekleşti. Dikkatlice, sevgi dolu bir şekilde, Annem babama daha evvelce hiç ayrılmadığı takma dişlerini verdi. Dişleri ağzına yerleştirince, babamın yüzü aydınlandı. Sanki bir törendeymiş gibi, annem babama gözlüklerini uzattı, sonra da işitme cihazını… Yanaklarını sildi, saçlarını taradı. Ve en sonucunda, evlilik yüzüğünü babamın parmağına taktı.
Adım ismim, annem onu kendisine geri getirdi. Adım ismim babam, anneme döndü. Bu saf mutluluktu! Onların arasında gidip gelen saf mutluluk!
Yakınlarında duruyordum ama onlar amacıyla sanki orada değildim. Onlar baş başaydılar.
Yaşlı anne babamı seyrettim. Onlar hala sevgiliydiler…
Rabi Robert Alper