EY DOST
Sende biliyorsun ki Gençliğimi, memleketim ve insanıma adadım; ömrümü, inancım uğruna harcadım.
Emek, çaba ve gayretlerim için hiçbir zaman nedamet duymadım. Pişmanlığım yok; inandım ve inancım için yaşadım.
Ancak hizmet ettiğim memlekette dostlarım güneş görmüş buz gibi eriyip birer birer kayboldu.
Gözlerimle gördüğüm yalnızlık, sadece bedenime değil; ruhumun en ince damarlarına, manevi derinliklerime işleyen bir sessiz çığlık gibi. Ruhum çarmıha gerilmiş cenderelerde .İhanet acı veriyor.
Her adımda, içimde büyüyen bu boşluk, insan olmanın ve değerli ruhları tanımanın ne kadar nadir olduğunu hatırlatıyor.
Sefaletini bilirdim, ama ruh sefaletinin, maneviyatın karanlığının bu kadar keskin ve ağır olduğunu hiç görmemiştim.
İnsan diye emek verdiğim, yetiştirdiğim varlıkların ruh ve mana kavramına yabancı olduklarını fark etmek, ömrüme sığan en ağır hüsran oldu.
Onlar, menfaat kölesi bir takım haşereler gibi, vicdanın inceliğini, insan ruhunun hassasiyetini anlamaktan uzak.
Her yalnızlık anı, bana insanın içsel dünyasına dokunmanın ne kadar nadir ve değerli olduğunu hatırlatıyor. Çünkü yalnızlık, sadece bir boşluk değil; ruhun kendi derinliğiyle yüzleştiği, gerçek insanı ortaya çıkardığı bir aynadır.
Ne yazık ki ahlak abidesi olma iddiasındakiler ,
Ahlaksızlığın engin denizinde yüzüyorlar. Her söz, her bakış ve her davranış bana bu umutsuzluğu hatırlatıyor:
İnsanlıktan uzak, manevi kör bir topluluk. Bu topraklarda insanı arayanlar yanılmamış; fenerle bile bulmak zor.
Çünkü gözler sadece maddi ve geçici olanı arıyor, ruhun derinliklerini görmezden geliyor.
İnançsız hainlere söz söylemek abesle iştigal oluyor .
Ama “Müslümanız” diyenler? Onlar yalnızca şeklen inançlı, ruhen kurumuş ve manevi boşlukla dolu.
Bu hâl, islam coğrafyasının en alt tabakasını temsil ediyor.
Buraya artık ne ilim girebilir, ne ahlak, ne vicdan ,ne hikmet ne de Hak’ın nurundan bir ışık.
Önce her şeyi bırakıp insanlık devrine girmeleri gerekiyor.
Önce insan olmayı öğrenmeli, ruhlarını ve vicdanlarını açmalılar.
Yalnızlık ve sıkıntı, bazen ruhu kırar, bazen olgunlaştırır.
Çekilen çile, sadece bir acı değil; ruhu yoğuran, vicdanı sınayan ve derin farkındalıkları ortaya çıkaran bir öğretmendir.
Hizmet ve fedakârlıkla yoğrulmuş bir ömrün karşılığında uğranılan haksızlıklar, ruhun en derin sarsıntılarıdır.
Adalet beklerken ihanete, sadakat gösterirken nankörlüğe tanık olmak; ruhu yıpratır ama aynı zamanda olgunlaştırır.
Her haksızlık, sabrı ve metaneti ölçer; insanın kendi değerleriyle yüzleşmesini sağlar.
Hayatta karşımıza çıkan riya, menfaat ve iki yüzlü insanlar, ruhun en ağır sınavlarından biridir.
Gösteriş uğruna yaşayanlar, içtenlik ve samimiyeti yok sayar; kalbini geçici menfaatlerle kirletir.
İki yüz ,yüzlüler, bir yüzüyle görünürken, diğer yüzüyle gizlice çıkar peşindedir. Binbir surat gibi insanlar, hem kendilerini hem de etraflarındaki değerli ruhları zehirler, güveni ve insanlığı zedeler.
Riya ve menfaat, yalnızca toplumun yozlaşmasını değil, bireyin içsel çöküşünü de hızlandırır. Ama çekilen çile ve uğranılan haksızlıklar, bu tür zehirli ruhları fark etmeyi ve onlardan korunmayı öğretir. Gerçek insan, gösterişe aldanmaz, menfaatçilere teslim olmaz; sabır, hikmet ve inançla yoluna devam eder.
Etrafımızdaki korkaklar ve yalakalar da ruhun sınavıdır. Korkaklar adaletsizliğe boyun eğer; doğru olanı söylemekten kaçar. Yalakalar ise, gücü ve menfaati elinde bulunduranlara yalvaran, kendi onurunu ve değerlerini satmış ruhlardır.
Ruhun direnci, korkaklar ve yalakalarla sınandığında ortaya çıkar. Onlar, insanın kararlılığını, sabrını ve vicdanını test eder. Yalnızca içsel olgunluk ve inançla donanmış bir ruh, korkakların korkusuna kapılmaz, yalakaların süslü sözlerine aldanmaz.
Yalnızlığımızı kalabalıklarla uyuşturmak, süflî arzularımızı temizlemeden Hak ile barış mümkün mü? Aczimizi yığın yığın eşya ile kamufle ediyoruz; sanki eşya ebedî hayatın sırrını taşıyor. Gürültülü müziklerle vicdan sızılarımızı boğuyor, ruhumuzdaki derin hüznü susturuyoruz.
Kusuru dışarıda aramak nefsimizi haklı çıkarmaz; başkalarının hatalarını teşhir etmek bizi temizlemez.
Hariçte gördüğümüz kusurlarda, kendi içimizden gelen bir haykırış saklıdır. O haykırışı fark edebilsek, utançtan başımızı kaldıramazdık.
Her kuşak, insanlığın değerlerini yeniden keşfetmek zorunda.
İnsanlık , Vatan ve gelecek, sadece ezberle değil; içsel sorumlulukla kurulur.
Zulüm ve nifak arasında debelenenler, düşman siperlerinden kardeşlerine kurşun sıkar; vekâleten insanlık, ezber metinlerle şeklen yaşanır.
Ama hakîkî değeri kalbinde bilenler vardır. Cennet’i içlerinde bulur, mekâna sırrından bir koku bulaştırır; güzellik görene, hikmet duyana…
Kör gönüllüye, sağır ezber hafızasına ilâhî nağmelerin ne yararı var?
Kalbin adaleti ve gönül enginliğiyle, erdemler galip gelir; iyilik yükselir, kötülük mağlup olur.
Riya, menfaat, iki yüzlülük, korkaklık ve yalakalık zincirleri kırılır.
İçsel Cennet’i keşfeden insan, hem kendini hem de çevresini ışıkla doldurur.
Gerçek barış, yalnızlıkla, aczle ve nefsle yüzleşmekten geçer. Hak ile barış ve kalbin adaleti, erdemin zaferi ile birlikte insanı gerçek huzura taşır.
Dr. Mehmet Çoban
30.Ağustos.2025
Gaziantep
Benzer Yazılar
-
YÜREĞİ AYAZ BİZ
-
SEÇTİKLERİMİZ BİZE LAYIK OLACAKMIDIR?
-
KAPILAR…
-
Herkesin konusu: “KKTC ‘deki Seçimler” Şahsımın konusu: “Aidiyetlik”
-
Sokağın Sesimi ? Yoksa Muhalefetin Trolümü ?
-
Dr. Mehmet Çoban’ın kaleminden
-
EVRENSEL OLANLA BÜTÜNLEŞMELİYİZ ÜYOPYAMIZI ÜRETEREK…
-
İmgelerle var olmak ya da olmamak
-
KİBİR
-
BAYRAMLIK…
-
EKİM YAKLAŞIRKEN
-
Para var, huzur var