YÜREĞİ AYAZ BİZ
Yalnızlık, insanın en eski dostudur. Kalabalıkların ortasında bile yalnız hissedebiliriz; çünkü yalnızlık yalnızca bir mekân meselesi değildir. O, ruhun kendisiyle baş başa kaldığı anlarda ortaya çıkar, düşüncelerimizin ve duygularımızın en derinine inmemizi sağlar. Tek kalmak, çoğu zaman korkutucu görünür; ama aslında tek kalmak, insanın kendi varlığını anlaması için bir fırsattır. Sessizliğin içinde duyulan kalp atışları, ruhun kendi sesiyle konuştuğu anlar, bir anlamda varoluşun ta kendisidir. Yalnızlık, eksiklik değil, bir tamamlanma sürecidir. O, bizi kendimize çeker, gerçek duygularımızla yüzleştirir ve hayatın özünü anlamamızı sağlar. Bir insan yalnızken, hem geçmişin yükünü taşır hem de geleceğe dair farkındalığını artırır; işte bu yüzden yalnız kalmak, ruhun dilini öğrenmenin ilk adımıdır. Yalnızlık, bazen bir sığınaktır, bazen bir sınav. Ama her zaman öğreticidir: İnsan kendisiyle barıştığında, başkalarıyla olan ilişkisi de derinleşir; çünkü yalnızlık, ruhun kendine uzattığı bir eldir. Ve işte bu yalnızlıkta, yazıya başladığımız her satırda, ruhun yolculuğu sessizce şekillenir. Her kelime, yalnız kalmanın verdiği farkındalıkla yoğrulur; her nefes, tek başına var olmanın bilinciyle derinleşir.
İçimin içini anlamak, anlamlandırmak, anlatmak… Hem kalbi hem aklı besleyen felsefi yolculuğun yolunda yürümek, gece sessizliğinde… Sevmek ve sevilmek aslında büyük bir nimet. Sevgi yalnızca bir duygu değil, varlığın kendini hatırlamasıdır. Yolculuğum boyunca aşkın; ayrılık, hasret, firkat, hazan, hüzün, vuslat, birlik, birliktelik, bir olmak, birleşmek, tutmak, tutunmak, tutku, sevinç ve sonsuzluk hallerinin labirentlerinde keşfettiklerimin sancıları yüreğimde ayaz… Biz biliyoruz ki: Ne birbirimize doyacağız, ne de tam kavuşacağız. Kaderin çizgisi, birbirine değmeden geçen iki nehir gibi akacak. Bir yanımız hep yarım kalacak, bir ses, bir nefes eksik… Sanki dünya bizden bir parçayı saklamış gibi. Ne birbirimizi anacağız, ne de bir an olsun unutacağız. Çünkü anmak da unutmak da aynı acıyı taşır içimizde. Ebediyen kalacak yerimiz, birbirimizin kalbinde; mühürlenmiş bir hatıra gibi. Sanma ki ne yerimizi bir başkası alacak, ne de yerimiz dolacak. Çünkü “biz” denilen o sır, zamanın bile çözemediği bir bilmecedir.
Ayrılığın hikmeti de aslında bir himmet-i bülend imiş: İnsanın sevgiden, sahiplikten ve benliğinden arınarak hakikati anlamasına vesile olmasıdır. Bazen bir kapı kapanır ki insan, içindeki sonsuzluğu fark etsin. Mevlânâ’nın deyişiyle: “Ayrılık ateşiyle pişmeyen ham kalır.” Çünkü her ayrılık, insanın iç dünyasında bir yanış, bir temizleniştir. Ayrılık, çoğu insana göre sevginin bitişidir. Oysa hakikatte, aşkın görünmeyen yüzüdür. Bir kavuşma kadar öğretici değildir hiçbir şeyden uzak kalmak. Çünkü kavuştuğunda göz görür, ama ayrı kaldığında kalp görür. Birlik huzuru getirir; ama ayrılık bilinci doğurur. Kavuşmak kalbi ısıtır, ayrılık ise kalbi olgunlaştırır. Biz ayrılıktan korktuk hep, çünkü sandık ki uzaklık sevgiyi öldürür. Oysa aşk, uzaklıkla ölmüyorsa gerçektir. Yakınlıkla değil, uzaklıkla sınanır. Gerçek sevgi gözden değil, ruhtan beslenir. Birbirinden ayrı düşen iki ruh, aslında birbirine yaklaşır. Çünkü araya giren mesafe, iki kalbi aynı özleme yöneltir. Ve özlem — ki sevginin dua hâlidir. Ruhun dili dua ile pişer. Ayrılıklar bedene aittir; ruh ayrılığı bilmez. Çünkü o zaten birdir ve hiçbir zaman gerçekten ayrı olmamıştır. Biz sandık ki uzaklaştık, oysa sadece gözlerimizi kapattık. Ruh gözü kapandığında mesafe başlar; açıldığında her şey yeniden birleşir.
Ruhun dili sessizliktir. O, kelimelerle değil, titreşimle konuşur. Bazen bir an gelir ve sen sebepsizce birini hissedersin; işte o, ruhun dilidir. Söz sustuğunda başlar ruhun dili, harfsiz bir çağrıdır o, göğsün derininden yükselen bir ışık gibi. Ne kulak duyar onu, ne dil anlatır — ama kalp bilir, çünkü orada yankılanır sonsuzluk. Ruh, kelimeleri değil, halleri konuşur; bir bakışta, bir nefeste, bir sessizlikte bütün kâinatı söyler. Bir kuşun kanadında, bir çocuk gülüşünde, yağmur damlasında, toprak kokusunda, yaprağın düşüşünde, bir sevgilinin gidişinde bile aynı sesi işitirsin: “Ben buradayım.” Ruhun dili, ne dindir ne ırk; tek bir kökü vardır: Birlik. Her acı, her sevinç, bir harf olur bu büyük cümlede. Ve insan, ruhun dilini anladığında hiç kimseyle kavga etmez. Çünkü bilir: her şey, kendini arayan aynı hakikatin sesidir.
Aşkın sonu yoktur, çünkü aşk bir başlangıç değildir. O, varoluşun ilk nefesidir; yaratılışın kalp atışıdır. Biz onu “sevmek” sandık, oysa varlığın kendi bilincidir. Her sevgi, o bilincin bir yankısıdır; her kalp çarpışı, kâinatın hatırlayışıdır. İnsan ölür, ama sevgi kalır. Çünkü sevgi, bedenden değil “öz”den doğar. Beden toprağa döner, ama sevgi göğe çıkar — saf enerjiye, saf ışığa. Her seven, bir gün anlar ki aşk bir insanda değil, tüm varlıkta yankılanır. O yüzden sevgi kaybolmaz; yalnızca biçim değiştirir. Ne çok şey var söylemek istediğimde söyleyemediğim… Ancak son söz olarak: Aşk bir insanda başlar, ama insanda bitmez. Bir kalpte doğar, ama evrenin tamamında yankılanır. Biz sevdikçe, varlık kendini hatırlar. Çünkü aşk, insanın Tanrı’ya en yakın hâlidir. Ne söze sığar, ne zamana… Sadece hissedilir.
Dr. Mehmet ÇOBAN
4 Ekim 2025 – Bursa
Benzer Yazılar
-
EY DOST
-
SEÇTİKLERİMİZ BİZE LAYIK OLACAKMIDIR?
-
KAPILAR…
-
Herkesin konusu: “KKTC ‘deki Seçimler” Şahsımın konusu: “Aidiyetlik”
-
Sokağın Sesimi ? Yoksa Muhalefetin Trolümü ?
-
Dr. Mehmet Çoban’ın kaleminden
-
EVRENSEL OLANLA BÜTÜNLEŞMELİYİZ ÜYOPYAMIZI ÜRETEREK…
-
İmgelerle var olmak ya da olmamak
-
KİBİR
-
BAYRAMLIK…
-
EKİM YAKLAŞIRKEN
-
Para var, huzur var